İnsan doğası gereği son derece rekabetçidir. Diğer insanlarla sürekli olarak girdiği bu rekabet sayesinde bilim, teknoloji günümüzde bu kadar gelişmiştir. Bunun yanı sıra her ebeveyn de çocuğunun çok zeki ve akıllı olduğunu düşünür. Çocuğunu ister istemez akranlarıyla kıyaslar ve akranlarının sınıf içindeki durumlarına son derece hâkimdir.
Peki, insanı bu kadar rekabetçi olmaya iten ve ebeveynlerin çocuklarını akranlarından daha zeki olduğuna inandıran şey nedir?
1970’li yıllarda bu sorunun cevabına ulaşmak amacıyla bir çalışma yapan sosyal psikolog Robert Rosenthal, yaptığı çalışmanın sonucunda ilginç veriler elde eder. California’da bir ilköğretim okulunda yapılan çalışmada; çeşitli yaş gruplarından çocuklar seçilir. Çocuklara deneyin başında bir IQ testi uygulanır ve testin sonucunda çocukların IQ seviyelerinin birbirlerine hemen hemen yakın olduğu saptanır. Ancak bu bilgi deneyi uygulayan bilim insanları tarafından gizli tutulur. Bu IQ testi sonrasında yetkililer çocukları rastgele gruplara ayırır. Rastgele seçtikleri bu öğrencilerin çok zeki olduklarını ve testten çok yüksek puan aldıklarını ileriki hayatlarında çok başarılı olacaklarını çocukların öğretmenlerine bildirirler. Bunu yaparken de çocuklara hiçbir şey söylemezler. Zeki olduklarını iddia ettikleri çocuklar aslında diğer çocuklarla aynı puana sahip çocuklardır.
Bir senenin sonunda çocuklar tekrar aynı IQ testine tabi tutulur. Bir sene boyunca öğretmenlerinin özel ilgi ve alakasıyla eğitim hayatına devam eden bu çocuklar IQ testi sonucunda sene başında yapılan teste göre çok daha yüksek bir puan aldıkları görülür. Ancak çocukların yaş grupları arttıkça IQ testindeki artışlarının azaldığı ortaya çıktı. Peki, bu ne anlama geliyordu? Eğer bir öğretmen çocuğun zekâsını göz ardı edip sadece çocuğa yönelik ilgi ve alaka gösterdiğinde çocukların eğitim hayatında büyük başarılar elde edebileceği gözler önüne serilmişti. Burada en önemli etken yaş unsuruydu. Küçük yaşlardan itibaren özel ilgi ve alaka gösterilen çocuklar eğitim hayatında çok daha başarılı olma eğilimindeydi.
Yani Rosenthal’a göre yüksek beklentiler yüksek performansa sebep oluyordu. Rosenthal’ın bu deneyi bilim camiasında büyük bir yankı uyandırdı. Rosenthal, deneyi sonucu elde edilen bu etkiye Pygmalion Etkisi ya da diğer bir adıyla Rosenthal Etkisi adını verdi. Rosenthal, Pygmalion ismini Yunan mitolojisinden esinlenerek koymuştur. Yunan mitolojisine göre; Pygmalion bir kadın heykeli yaratır ve bu heykele o kadar çok sevgi gösterir ki Afrodit en sonunda bu cansız heykeli gerçek bir kadına dönüştürür ve Pygmalion sevgisinin karşılığını bu şekilde alır. Pygmalion etkisi ismini böyle şiirsel bir hikâyeden alır. Bu aslında bizlere bir şeyi ne kadar çok seversek muhakkak karşılığını alırız demenin bilimsel bir yoludur.
Rosenthal’ın bu deneyi, daha sonraları ortaya çıkan kendini gerçekleştiren kehanet kavramının dayanağıdır. Kendini gerçekleştiren kehanet kavramı da Pygmalion Etkisi gibi beklenti üzerine kurulu bir kavramdır. Tabii ki Yunan mitolojisindeki gibi bir heykelin gerçeğe dönüşmeyeceğini içten içe biliyor olsak da Rosenthal’ın bu çalışmasına göre beklentilerimizin ve öz güvenimizin başarılarımız üzerindeki etkisi çok büyüktür.
Pygmalion etkisini masallarda da görebiliriz aslında. Prensesin kurbağayı öpmesi sizce bir rastlantı mıdır? Ya da Güzel ve Çirkin’de güzelin çirkinle evlenmesi rastgele gelişen bir olay mıdır? Aslında çoğumuzun içinde olan umut, yeşermeyi bekleyen bir tohumdur. Onu bazen bize güvenen eğitimcimiz sular ve bakar, bazen de annemiz babamız. Ve umudumuzu büyütecek yaşa geldiğimizde bu görevi biz üstleniriz.
Pygmalion etkisi bize şunu gösterir; çocuklarımıza gösterdiğimiz olumlu yaklaşım onların eğitim hayatında ve iş hayatında nasıl bireyler olacağını belirleyen en önemli şeylerden biridir. Bununla birlikte çocukların, özgüvenlerinin ve öz şefkatlerinin tohumlanmasında ve yeşermesinde, onlara bu ilk gelişim aşamalarında ve eğitim aşamalarında gösterdiğimiz yaklaşım, çocuklarımızın tüm hayatları boyunca kendilerine olan bakışlarını etkiler.
Küçücük bir olumlu davranış bir dalga etkisi gösterip büyüyecek ve çok güzel olaylara aracı olacaktır. Değişimi yaratmak için en büyük güç bizim elimizde. Dünyayı değiştirmeye çocuklarımızdan başlayabiliriz.
Bir yazımızın daha sonuna gelirken Goethe’nin şu sözünü size hatırlatmak isterim:
“Siz kendinize inanın, başkaları da size inanacaktır.”
Tekrar görüşene kadar, sevgiyle kalın.
Şeyma Bacın