PYGMALİON ETKİSİ
19. yüzyılda Wilhelm von Osten isimli bir matematik öğretmeni sahip olduğu atına matematik
işlemlerini, notaları, zamanı söylemek gibi bir çok şey öğrettiğini ve bundan yola çıkarak hayvanların
da insanlar gibi öğrenebildiğini iddia ediyordu.
Osten’ın başarısız denemeleri olsa da sonunda Hans ismini verdiği bir atta başarılı olmuştur. Clever
Hans yani Zeki Hans olarak bilinen bu at kendisine sorulan soruların % 90’ına doğru cevap veriyordu.
Hans gerçekten de toplama, çıkarma, bölme gibi işlemler yapabiliyor, kendisine o günün saati veya
tarihi sorulduğunda ön ayaklarını yere vurarak doğru cevapları verebiliyordu.
Hans döneminin fenomeni haline gelmişti. Sadece yaşadığı ülke olan Almanya’da değil diğer ülkelerde
de ün kazanmıştı. Hans’ın popülerliği bilim dünyasının da ilgisini çekmişti. Bunun üzerine Hans
Komisyonu kuruldu. Bilim insanı şüpheciliği gereği elbette insanlar bu işin arkasında bir hile
olduğundan şüpheleniyordu. Sayısız bilim insanı incelemeler yapsa da hiçbir hile ile karşılaşılmamış ve
1904 yılında komisyon hile yapılmadığına dair hazırladığı dosyayı psikolog Oscar Pfungst’a
devretmiştir. Hans, sahibi yanında olmasa dahi başkalarının sorduğu sorulara da doğru cevap
verebiliyordu. Artık herkes atın zeki olduğunu kabullenmişti.
Biyolog ve psikolog olan Oscar Pfungst, Hans’ı incelerken bir gariplik fark etmişti. Hans at gözlüğü
takıldığında ya da sorular bir perdenin arkasından sorulduğunda cevap veremiyordu. Ayrıca at, soruyu
soran kişi cevabı biliyorsa soruya cevap verebiliyordu.
Pfungst buradan şu sonucu çıkardı:
“Hans‘ın başarıları, ilk olarak soruyu soran kişinin en küçük hareketini bile algılayacak becerilerinin
tek taraflı olarak gelişmiş olmasına bağlıdır; ikinci olarak gene atın kendisinde var olan yoğun ve
sürekli bir dikkatin varlığına, son olarak da algıladığı hareketleri kendi az sayıda hareketi ile
ilişkilendiren kısıtlı hafızasına bağlıdır.”
Bu durumda Hans’ı en ufak bir hareketi, mimiği okuyan çok iyi bir poker oyuncusuna benzetebiliriz.
Örneğin Hans‘a 2 ve 3‘ün toplamı sorulduğunda Hans ayağını yere vurmaya başlıyor ve 5’e geldiğinde
soruyu soran istemsizce bir tepki veriyor ve at bunu görüyordu. Perdenin arkasından doğru cevap
verememesinin sebebi buydu.
Bu olay psikoloji dünyasında büyük bir tepki uyandırmıştı. Bu olayın üzerine psikologlar beklentilerin
hayatımızda ne ifade ettiği üzerine sayısız araştırma yapmaya başladılar. Hans vakasından örnek
verecek olursak atın bu yeteneğini keşfedilmesini sağlayan, sahibinin ona inanması ve ona karşı
duyduğu beklentiydi.
Peki bu durum insanlar için de geçerli miydi? Bir insandan beklentilerimiz o kişinin başarısını
etkileyebilir mi?
Evet.
Bu durum psikoloji ve sosyoloji literatüründe Self–Fulfilling Prophecy – Kendini Gerçekleştiren
Kehanet ya da Pygmalion Etkisi olarak bilinir.
Pygmalion Etkisi, insanların kendileri ya da başkaları için arzu ettiklerinin er ya da geç olacağını ifade
eder.
Bu etki üzerine yapılan bilimsel çalışmaları incelemeden önce Pygmalion isminin nereden geldiğini
anlatmak istiyorum.
Yaptığı heykelleriyle ve kadınları beğenmeme özelliğiyle tanınan Karpasia kentinin kurucusu, yontucu
– kral olarak da bilinen Kral Pygmalion’un hikayesini anlatacağım.
Pygmalion bembeyaz mermerlerden heykeller yapar, sarayın her yerini heykelleriyle donatırdı. Bir
sabah Pygmalion yine bembeyaz bir mermere şekil vermeye başlamıştı. Gün sonunda Pygmalion‘un
heykeli bitmişti.
Bu heykel hiçbir kadını beğenemeyen Pygmalion‘u bile kendine aşık ettirecek kadar güzel bir kadın
heykeliydi. Pygmalion‘un heykeline duyduğu aşk her geçen gün artıyordu ve bu imkânsız aşk ona
tarifsiz acılar veriyordu. Onun bu haline üzülen aşk tanrıçası Afrodit ona yardım etmeye karar verdi.
Pygmalion‘un heykeli artık canlıydı ve ona sevgi dolu gözlerle bakıyordu. Pygmalion da aşık olduğu bu
güzeller güzeli kadına “süt gibi beyaz” anlamına gelen “ Galatea ”adını verdi. Pygmalion’un duyduğu
takıntı, heykelinin canlanmasına vesile olmuştu. Böylece Pygmalion, beklentilerin hayata geçmesi için
kullanılan bir metafor haline gelmişti.
Bu etki filozofların, psikologların yüzyıllardır tartıştığı, üzerine konuşup yorumlar yapılan bir konuydu.
Örneğin 17. yüzyılda Jacques Bousset bu etkiyi şöyle ifade etmiştir:
“Zayıflıkların en büyüğü, zayıf görünmekten aşırı korku duymaktır.”
Pygmalion etkisini ortaya atanlardan biri de sosyolog Robert Merton‘dur. Merton ilk araştırmalarını
1948 yılında yayınlamış ve Pygmalion etkisini şu şekilde tanımlamıştır:
“Zaman içinde gerçeğe dönüşen inanışlar”
Şimdi sizlere Pygmalion Etkisi ile ilgili ilk ciddi çalışmayı yapan psikologlardan biri olan Robert
Rosenthal’ın yaptığı bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Bu çalışma Rosenthal’ın çok bilinen ilkokul
çocukları üzerinde yaptığı çalışmadan önce hayvanlar üzerinde yürüttüğü ilginç bir çalışmadır. Çalışma
laboratuvar fareleri üzerinde yürütülmüştür.
Çalışma kapsamında bir öğrenci grubuna iki grup fare verildi. Öğrencilere bir grup farenin çok hızlı
öğrendiğini diğer grubun ise çok yavaş öğrendiği söylendi. Öğrenciler farelerin labirentten çıkıp
çıkamayacağını gözlemleyeceklerdi. Burada asıl olay fareler arasında hiçbir farkın olmamasıydı. Yani
öğrenciler bilmese de fareler rastgele seçilmişti. Deneyin sonunda öğrencilerin daha iyi olduğunu
düşündüğü fareler labirentten kolayca çıkabiliyorken diğer fareler labirentte kaybolup duruyordu.
Aralarında hiçbir fark olmayan farelerin ilerleyişi neden bu kadar farklıydı?
Clever Hans ile bu farelerin ortak noktası sahiplerinin onlara karşı duyduğu beklentiydi. Bu durum
insanlarda da böyle işliyor. Beklentilerimiz ile insanların hayatlarında olumlu ya da olumsuz etkiler
bırakabiliriz. İnsanlara karşı duyduğumuz olumlu beklentiler onları potansiyelini zorlamaya ve daha iyi
olmaya teşvik eder.
Sizlerle kendi okul yıllarımdan bir anımı paylaşmak istiyorum. Liseye geçiş sınavımda sayısal
oturumlardan çıktığımda gayet iyi bir ruh halindeyken çok başarılı olduğumu bildiğim halde sözel bir
dersin oturumundan çıkınca ağlamıştım. Çünkü o dersin öğretmeninin bana olan güvenini ve
beklentisini biliyordum ve öğretmenimin beklentilerini karşılayamamaktan korkmuştum. Sonuçlar
açıklandığında öğretmenimin beklentilerini karşılamış ve o sınavda hiçbir soruyu yanlış
cevaplamamıştım.
Bu durum sadece öğrenciler için geçerli değil. Bir öğretmen, dersini ilgiyle dinleyen öğrenciler için çok
daha fazla çaba harcar. Öğrencilerin öğretmenlerinden beklentileri arttıkça öğretmenlerin de
potansiyeli artar. Bu döngü negatif ya da pozitif olarak hayatımızın her alanında vardır.
“Bir şeyi 40 kere söylersen olur.”
“Aklıma gelen başıma geldi.”
“Adam olacak çocuk” ya da “Bu çocuktan adam olmaz”
Bu söylemlerle mutlaka karşılaşmışızdır. İnsanların hayatlarımıza etkisi daha çocukken başlayıp
hayatımız boyunca devam edebilir. Yani en yakınlarımız da dahil olmak üzere toplum bizi manipüle
edebilir.
Bu konuda ebeveynlere büyük görev düşmektedir. Çünkü farkında olmasak da çocuklara karşı bu
etkiyi fazlaca kullanmaktayız. Herkes çocuğunun başarılı olmasını ister. Ama onu en iyi tanıyan ailesi
ona güvenip, inanmıyorken çocukta kendine güvenemez ve hayallerini gerçekleştirme isteğini
kendinde bulamaz. Pygmalion etkisi ebeveynler için gizli bir güçtür. Çocukların yetenekleri ve ilgi
alanları göz önüne alınarak onlara karşı beklentilerimizi doğru bir şekilde belirler, buna uygun olarak
bir hedef koyar ve bu yolda onları desteklersek hayal bile edemeyeceğimiz başarılara ulaşmış
olduklarını görebiliriz.
Sözlerimi Carl Sagan‘ın bu konudaki görüşüyle tamamlamak istiyorum.
“Çocuklarımıza sunduğumuz hedefler geleceği şekillendirir. Bu hedeflerin ne olduğu çok önemlidir.
Pozitif beklentiler kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüşebilir. Yani hayaller birer harita gibidir.”
AYŞENUR SOYER